Dog'la Konuşmalar (Bölüm 1)
GİRİŞ
Bu yazı dizisi
benim iç monolog konuşmalarımı ve iç hesaplaşmalarımı içeren hikayevari bir
dizi olacaktır. Hikaye boyunca gördüğünüz italik yazı tipi iç sesimi ve ikinci
benliğimi oluşturan kısaltması Dog olan Dauglas kişiliğin sözlerini belli etmek
için kullanılırken normal font benim sözlerimi ifade edecek. Dauglas karakteri
kendimi bildiğim günden beri benimle olan ve yaşımla beraber şekil değiştiren
bir karakterdir. Benliğimin ilk oluştuğu zamanlarda Dogger kısaca Dog isimli
hayali bir köpek arkadaş iken yıllar geçtikçe bir insan olmuş ve adını kendi
isteği ile Dauglas olarak değiştirmiştir. Ama hala kısaca Dog diye
anılmaktadır. Bu karakterden ilk kez burada bahsetmekteyim. Dauglas şizofren
bir bireyin gördüğü karakter olarak değil, hayatım boyunca benimle olmuş ve
olmaya devam edeceğini umduğum hayali olduğunun bi' hayli farkında olduğum bir
karakterdir. Kafamın içerisinde yer alan sayısız karakter arasında Dog; benim
için en eski ve en uzun soluklu arkadaşlığa sahip olduğum bir karakterdir.
Dauglas veya
Dog veya Dogger isimleri ise benim gibi 90'larda çocukluğunu yaşamış ve yerli
çizgi film, çocuk filmi bulamadığı için Amerikan temelli dizi ve film izleye
izleye o kültürü ister istemez özümsemiş, pek çok çocukta olduğu gibi yabancı
karakterler, Amerikan kültürü esintileri taşıyan bir yapıdan gelmektedir. Bu
yüzden lütfen beni değil bu konuda yetersiz kalan medyamızı eleştiriniz.
Günümüzde hala daha çizgi dizi, drama ve sinema filmlerinde bu esinlenmelerden
doğan piç kültür unsurlarının toplumumuza işlediğini rahatlıkla
gözlemlemekteyiz. Sakın beni buna karşı doğucu bir kişilik olarak görmeyin, ben
bu kültür esintilerinden kaynaklı olsa gerek fazla batıcı bir adamımdır. Ayrıca
argo kelimeler ve küfürlerle baharatlandırılmış bir lügatım vardır. O yüzden
şimdiden okuyucularımdan özür diliyorum. Özellikle bu yanımı görmemiş kişiler
için söylüyorum kafamın içinde bol bol bu baharattan bulunduğu gibi samimi
olduğum insanlarla konuşurken bu baharattan bolca tatmaktalar. Genel olarak bu
iç hesaplaşma yazılarımı anlattığıma göre sanırım birinci bolüme geçebiliriz.
.
BÖLÜM 1
(Siyah fon ve
duvarların gözükmediği, siyah iki tane yumuşak deri koltuğun karşılıklı
konulduğu bir alanda ortada tek bir sehpa bulunmakta. Dauglas karşıma oturmuş
beni dinliyor. Kafamdaki onca karakteri -ki ben bunları tilki diye adlandırmayı
tercih ediyorum bu tilkiler her zaman bir karakter olmayıp bir fikir veya olay
fikri olabiliyor- hizada tutmaya çalışmaktan yorulmuş baygın bakışlarla bana
bakıyor. Üzerindeki beyaz gömleği kırışmış. Altında siyah bir pantolon ve
kahverengi deri bir kemer var. Dauglas'ın görünüşünü size bırakıyorum lakin
hayatım boyunca kafamdaki onca tilkiyle uğraşmaktan yorulmuş ve hafif kırışmış
bir yüze sahip olduğunu kısa saçları ve hafif kirli bir sakalı olduğunu
düşünebilirsiniz. Kafamın içinde Dauglas bir düşünce müdürü gibidir.)
Hayatı
sorguladığım ciddi bir döneme daha giriyorum. Sanırım sana fazladan bir kaç
mesai daha gelecek.
Bu kaç etti? Üç
mü? Geçen sefer böyle dediğinde kısa sürmüştü. Tanrıyı kafandan atman, hafif
geçen bir ayı alabiliyorsa daha ötesi ne olabilir ki?
Bir düşünceyi
kafandan atman kolayda yerine gelenin tüm boşlukları doldurması o kadar kolay
olmuyor. Geçen gün Kocaeli de sahilde arkadaşla sohbet ederken yaptığım
tanımlamayı hatırlıyorsun değil mi?
Fringe te ki
kurgusal karakter olan Observerlarin geleceğe dair görüş yeteneğinden ve bu
görüşleri kazanırken kaybettikleri duygulardan bahsetmiştin değil mi?
Evet.
Observerlar ileri insanlardı gelecekten karakterlerdi. -Bu satırları okuyan
insanların Fringe'i izlemeye niyeti varsa ciddi spoiler yeme ihtimalleri var o
yüzden çok geç olmadan okumaktan vazgeçin çünkü yeterince yemiş olabilirsiniz.-
Bu karakterler zamanda ve mekanda rahatça hareket edebiliyor, insanların
düşüncelerini okuyabiliyor ve olayları daha gerçekleşmeden
öngörebiliyorlardı. Bunu enselerine yerleştirilen minik aletlerle yapıyorlardı.
Hatta Dr. Bishop in oğlu da bi' ara bu aleti kullanıyordu. Lakin bu insanlar
zamanın bir noktasında yer alan bir bilim adamının duyguların insanlar için bir
handikap olduğunu düşünmesi ile duygusuzlaştırılmışlardı. Tamamen rasyonel
düşünen müthiş zekaya sahip mekanik ustun bir ırk.
Lakin bu
Observerlar duygusuzlaştığı için insanlıktan uzaklaşmışlardı. Sadece yakın
tarihimizi gözlemlemek için gelen 12 Observer burada kala kala duyguları
yeniden hissetmeye başlamış buradan da insanlığın özünün duygulardan geldiği
mesajı verilmişti. Amacımız insanlara Observerlar hakkında spoiler vermek mi?
Başka bir niyetin varsa çıkar ağzındaki baklayı.
Hayır değil ama
dediklerimi yanlış anlamaman için somut örneklerle açıklamaya çalışıyorum
lütfen izin ver. Şimdilik Observerları bir kenara koyalım. Observerlar artık
cepte. Herkes Sherlock Holmes'ü az buçuk bilir. Ben kendisini çok severim.
İnsanların üzerindeki kıyafetten, bir bakışına kadar, parfümünden,
üzerlerindeki lekeye kadar her detaya dikkat edip bunlardan kişilik analizi
yapması ile meşhur dedektif. Bu yeteneği ve zekasıyla Londra polisine yardım
eder ve sayısız gizemi çözer. Sherlock'un bir sözü vardı. Bir kaç sene önce
Sherlock dizisinde duymuştum "Duygu denen şey, kaybeden tarafta bulunan
kimyasal bir kusurdur. Her zaman aşkın, tehlikeli bir dezavantaj olduğunu
varsaymışımdır." Bu söz yıllarca hayatımın merkezinde yer aldı. Belki
atlattığım ailevi sorunlarında bu sözü benimsememde ciddi katkıları vardır.
Kesin bir şey söyleyemem. Ama kabaca bakarsak tamda ailevi krizlerimizin
ortasında süreci sorgularken bu sözü işitmem yemeğe adeta tuz biber olmuş ve
kendimi daha fazla rasyonaliteye itmeme neden olmuş gibi gözüküyor. Annemin
hayatın getirdiklerine karşı takındığı rasyonel tavır ve küçüklüğümde tanrıyı
ve inancı ilk sorgulamaya başladığımda bana verdiği öğütle de birleşince
duygular gözümde gerçekten de bir dezavantaj, kimyasal bir kusur olarak kaldı.
Hatta öyle ki ailevi bağlarımızı ve onlara karşı duyduğumuz sevgiyi bile
DNA'mıza kodlanmış sosyal bir hayvan davranışı olarak görür olmuştum. Aslında
bir nevi doğru bir tespit bence ama yine de bu kadar rasyonel olmak beraberinde
pek çok sıkıntıyı getiriyor.
Annenin verdiği
öğüt neydi? Ayrıca rasyonalite ne gibi sorunlara neden olabilir ki? Sonuç
olarak sayısal ve mantıksal formüller üzerine kurulu bir evren üzerinde
yaşıyoruz. İster tanrı yaratısı de ister tesadüfler dizisi de sonuç olarak
mantıksal neden sonuç ilişkisi üzerine kurulmuş, her geçen gün evrenin ve
işleyişinin bilim ile mantık ile açıklanabildiği bir gerçeklikte yaşıyoruz.
Hayat ve gerçeklik duygusal değil mantıksal bir yapı.
Haklısın.
Gerçekler; duygularla değil rasyonelite ile açıklanabilen bir olgu. Lakin
Observerlara geri dönelim. Onları cebe koymamızın sebebi de buydu. Observerlar
duygulardan arınmış süper varlıklar. Deli manyak şeyler amına koyim. Lakin bu
duygusuz ve tamamen mantığa saplanışları onları çok mekanikleştirmiş. Bunun
getirisi olarak ot gibi yaşamak deyiminin vücut bulmuş hali gibiler ve insanlar
tarafından bu duygu açığı sayesinde mağlup oluyorlar. Tarihi gözleyen 12
Observer da ay isimleri ile adlandırılmış örneğin, Augustus, September gibi
isimlere sahipler, bunlardan September ise bizim ana Observerımız yani
Observerlar arasında hikayede en etkin olan ana karakter gibi bir şey.
September uzun yıllar insanlarla yaşamanın getirisi olarak bazı duyguları
hissetmeye başlıyor ve üzerinde bulunan teknoloji ve bilgiyi de kullanarak
diğer Observerların mağlup edilmesinde korkunç bir rol oynuyor. Burada açık
açık duyguların insanlığın bir parçası olduğu mesajı veriliyor.
Yahu bu tarz
mesajlar her film ve dizide var sen bunların okulunu okurken tutupta bir
dizinin verdiği mesaj ile başarının kaynağını mı yok edeceksin? Sorarım sana
eğer duygularını o kapalı kapılar ardına sıkıştırmasan bugün geldiğin yerlere
gelebilir miydin? İnsanlığın özü diyorsun eyvallahta bi tarihe bak başarıyı
elde eden tüm karakterler kendi duygularını bir kenara bırakıp mantıksal olarak
hayata yaklaşmayı seçmiş insanlar. Bu kadar adamın ancak bu yolla başardığı
şeyi reddedip herkesin sırf duygularını bırakamadığı için başarısız olduğu
dünyaya mı sürüklenmek istiyorsun?
Hayır. Lakin
bir dengeye oturtulması halinde başarı daha tatlı olacaktır. Doğu mistisizminin
bir parçası olan grular. Budistler, Hindular vs. hepsi sevgiden bahsediyor.
Öyle ki İslam felsefecileri bir sevginin hayatın önemini ortaya çıkarttığını
söylüyorlar. Eğer ben doğayı bu kadar sevip ona hayran olmasam, insanlığı bu
kadar sevip onları izleyerek vakit geçirmesem, bu kadar gözlem ve bilgiye nasıl
sahip olabilirdim veyahut hayattan nasıl keyif alabilirdim? Keyif almayacaksam
yaşamanın mantığı ne? Dog sorarım sana makine gibi yaşayacaksam organizma
olmanın mânası nedir?
İnterneti icat
eden adam; Vinton Cerf, doğuştan sağır olan eşi Sigrid'in dış dünya ile
iletişimini sağlamak için ortaya bir fikir attı ve bu fikir daha sonra
interneti var etti. Mantıksal bir gelişimin altında yatan duygusal bir sebep!
Bu şuan sana verebileceğim en büyük örnek ama emin ol birazcık arasam daha
fazlasını bulabilirim.
Ne yani onca
adam dışında bir kişi karısı iletişim kursun diye düşünüyor ve interneti icat
ediyor diye duygusallık gelişmenin ve ilerlemenin kaynağı mı oluyor?
Tabii ki hayır.
Önemli olan noktayı atlıyorsun Dog. Önemli olan nokta mutluluk...
Mutluluk
bizlere 21.yy da çeşitli marka ve kuruluşlar tarafından satılan bir hizmet
sadece! Adamlar mutluluk hapı diye ilaç yapıyorlar yahu. Kast ettiğim ilaçta
uyuşturucu değil bildiğin reçeteli ilaç.
İyi güzel
konuşuyorsun da burada senin bahsettiğin maddeci bir mutluluk benim bahsettiğim
biraz daha manevi. Çeşitli marka ve kuruluşlar tarafından satıldığını
söylediğin mutluluk hizmeti bir kadının "Moralim çok bozuk hadi alışverişe
çıkalım!" mutluluğu. Kast ettiğim bu değil. Bu geçici bir mutluluk hele ki
ay sonu hesap ekstresi bir gelsin o zaman görürüm ben o mutluluğu. Benim kast
ettiğim mutluluk sevdiğin kadın yada adamla beraber geçirdiğin zamanın verdiği
huzur ve mutluluk. Ailen ile beraber yaptığın keyifli bir etkinliğin verdiği
hazdan gelen mutluluk veyahut arkadaşlarınla beraber bir sigara molasında
attığın kahkahadan gelen mutluluk. Bunları satın alamazsın Dog. Bunları yaşarsın.
Sevdiğin
kadın/adam dediğin şey aşk. Aşk ise insanların, aşk üzerine ballandıra
ballandıra yazdıkları genç kız romanlarından; çektikleri gençlik dizilerinden
öğrendikleri bir yapı. Aşk öğrenilen bir duygudur. Kim demişti? İnsanlar aşk
hakkında okumasalardı aşık olamazlardı diye, hatırlayamadım. Ama olay bundan
ibaret patron. Aşık olmuyoruz aşık olduğumuza inanıyor bunun bir ihtiyaç
olduğunu düşünerek aşık olamadığımız zamanlarda kendimizde sorun arıyoruz.
Hatta aşık olamayınca playboyluk yapıp ben tek eşli değilim cool takılıyorum
her gün başka tat ayağı yapıyoruz çünkü bize sunulan ikinci seçenek hep
zamparalık. İnsanlar aşk olmadan nefes alamayacağını söylüyor. Onlara nefes
almanın daha önemli olduğunu söylemek gerek.
Dog bu kadar
rasyonalite bizi mekanik hale getiriyor. Zevk, huzur, mutluluk bunun neresinde.
Evet aşk olmadan da yaşanabiliyor. Bunun canlı örneği olarak karşındayım. Lakin
insan sosyal bir canlıdır. Bu yapımız gereği etrafımızda farklı fikirler ve
paylaşım yapabileceğimiz kişiler arıyoruz. Bu paylaşım her zaman dostane
olmuyor ötesine geçebileceğimiz birilerine ihtiyaç duyuyoruz.
Git seviş amına
koyim! Bu kadar kafana takma bu şeyleri patron. Yoksa sonunda yeni aşk
şairlerinden biri çıkacak... Yeterince yokmuş gibi...
Olayı fazla
abartıyorsun Dog. Duyguların kötü yanı yoktur dengeyi tutturduğun sürece.
İnsanlarla empati kurabilmek onları daha iyi anlamana ve haklarında karar
verirken daha doğru sonuçlara ulaşmanı da sağlar. Ayrıca sana verdiği amaçlar
daha tatminkâr olacaktır. Bu açıdan bakarsan seni hedefine götürürken
kamçılayan bir güç olarakta düşünebilirsin bunu.
Duygular seni
karmaşaya da götürebilir. Empati kurduğunda acımasızca hareket edemez,
insanlara acımaktan, acınacak hale gelebilirsin.
(Dog sözlerini
tamamladığı anda ayak sesleri duyuldu. Her adımda inceden bir şıngırtı
duyuluyordu. Yanımıza gelen üzerinde çalıştığım kitapta yer alan James
Icewood'tan başkası değildi. Blogumu takip edenler Kitaptan Önokuma-James
Icewood yazısını bilirler. Orada yer alan bir karakter. Kendisi benim
karakterimin onurlu ve sadık kısmını temsil eder. Bu konuda biraz uç noktada
yer alır.)
James? Burada
ne arıyorsun?
James: Konu
insan ilişkileri ve duygular olunca burada olmam gerektiğini düşündüm.
İyi yaptın.
Konuya vakıf olduğunu var sayıyorum. Sen neler düşünüyorsun?
James: Beni
sen yarattın. Onur kuralları ve sadakate olan düşkünlüğüm sende yer almasa
bende de var olamazdı. Ayrıca sen ölmesine hüküm verene kadar sevdiğim ve
beraber mutlu olduğum bir ailem vardı. Eğer sen sevemesen ben nasıl bu denli
sevebilirdim ki? Veyahut sen hissetmesen ben nasıl bu kadar acı çekebilirdim.
Ruhun fazlasıyla karmaşık. Bunun en büyük delili de kafanın içerisinde yer alan
bu kadar farklı karakter.
Yaratma gücüne
sahip olan yok etmeyi de sever. Verme yetisi olan verdiklerini almaktan da geri
durmaz. Bunun için beni suçlayamazsın. Aslında suçlayabilirsin. Sonuç olarak
seni de eşini de hayatını da ben yarattım. Ne zaman doğacağını, ne zaman
öleceğini ben belirledim. Sana mutluluğu da acıyı da ben verdim. Sen bunu sana
verenle aynı masaya oturma şansına erişen nadide kişilerdensin belki de teksin.
James: Bunu
bilmeye benimde seninde bilgin yetmez. Lakin konuya dönecek olursak. Evet,
duygular hadlerini aştıklarında zararlı olabiliyor, yanlış kararlar almana
neden olabiliyor. Mesela ben kralıma sırtımı dönüp gitmeseydim belki de şuan
köyüm hala var olabilecekti. Belki de kuzeylileri dönmemek üzere geri
yollayabilirdim. Bunu, Znedghar'ı var eden sen bile bilemezsin. Lakin dengede
tutuldukları takdirde zararı olmayan hatta belki de kararlarının daha doğru
olmasına sebep olabilirler. Bunu bir düşün.
Daha doğru
kararlar mı? Sen değil miydin köylülerle kurduğun birliklerinle ormanda
savaşırken Farlock'un yolladığı ulak ile saraya gittiğinde, mantığını
dinleyerek yeniden Savaş Bakanı olan? Eğer duygularını dinleseydin Farlock'a ve
krallığa sırtını döner yeniden ormana çekilirdin. Kaldı ki daha önce
duygularını dinlediğin için kaybetmedin mi onca şeyi? Yapma James, duyguların
kime hayrı dokundu bu güne kadar?
James: Bana!
Eğer Farlock duygularını değil de aklını dinlemiş olsaydı beni çoktan krala
teslim eder yerini daha da garantiye alırdı!
Hayır. Farlock
aklını dinlediği için seni korudu. Bir gün işine yarayabilirdin ki yarıyorsun
da! Duygular bunu görmene engel James. Adam seni sevdiğinden değil işine
yarayabileceğinden korudu. Daha kazançlı olan yolu seçti. Duygular seni kör
ediyor. Gör artık bunları!
YETER! Kafamın
içi yine kolezyuma döndü anasını satayım. Dog! Kim tutabilir eve geldiğinde
sevdiğin kadına sarılmanın yerini? Kim tutabilir zora girdiğinde ellerini
sevdiğin kadın gibi? Ben sana duyguların adamı ol demiyorum lakin bu kadar
akılcılık akıl karı değil. Bizler dünyanın kaderini belirlemiyoruz burada. Her
zaman karlı olana yönelseydik burada nasıl olurduk? Dostlarımızı nasıl
kollardık nasıl kollanırdık? Her zaman karlı olmuyor bu tarz ilişkiler. Doğru,
insan temelde çıkarcıdır lakin her zaman çıkarları maddi olmuyor manevi
çıkarlarda var. Bu manevi çıkarlara biz duygu diyoruz. Bunu bir düşün! Herkes
sevdiği tarafından sevilmek ister bu da bir çıkar değil mi düz mantıkta? Kim
platonik olmak için can atar? Evet her şey sayısal tabanda kar amaçlıdır. Ama
amaç her zaman sayısal çıkar değildir. Hiç böyle düşünmüş müydün? Sanmıyorum.
Son yıllarda senin metodunu takip ettim. Seni dinledim ve bunun artılarını
görmedim diyemem lakin yeterince mutlu olamadım. Ben demiyorum ki siktir et tüm
işi gücü parayı her şey aşk için, insanlık için sikerler böyle felsefeyi. Bu
ancak fakirler ayaklanmasın diye zenginler tarafından uydurulan peri masalıdır.
Aşk için paradan vazgeçti. Hadi lan oradan. Vazgeçenler de en son kuyruğunu
kıstırıp geri dönüyor paraya. Lakin bu paranın tek amacı güç ise, güç ne için
var? Organizmasal olarak baktığında her şey türün devamlılığı için ama bizler
insanlık dediğimiz yapıyı kazandığımızda bu türün tek amacı üremek olmaktan
çıktı. Kaldı ki tek insanlar değil diğer hayvanlarda seviyor, bağlanıyor. Bizde
ki daha karmaşık oda algısal ve zekasal yapımızdan kaynaklı. Bunu neden
reddedeyim? Onur, ahlak, sevgi... Bunlar insanlığın bir parçası değil mi?
Dünyayı, insanları sevmeden nasıl yaşanır? Bunlar eksik olunca insanlar
depresyona giriyor ağır travmalar yaşıyor hatta canlarına kıyıyor. Hayır Dog,
ben yenilmeyeceğim. Evet rasyonalite hayatta başarılı olmak için şart. Bunu
bana öğrettin lakin bu rasyonalitenin getirdiği başarının tadını alabilmek bunu
paylaşabilmek için sevmek ve sevilmekte lazım. Biz bu yola beraber baş
koyduğumuzda ne demiştik, bir gün bir dostumuz bizden yardım istediğinde,
çaresiz kaldığında ona çare olabilecektik. Peki çıkar bunun neresinde?
Söylesene neresinde! Hayat sadece kazanmak değildir. Sadece başarmak değildir.
Evet öncelikler arasında en başta yer alabilir lakin tek amaç olamaz. En
azından benim için. James, haklısın bende bu hamurdan olmasa sen var olamazdın.
Ve bende Dog'un bahsettikleri olmasa da Dog'da var olamazdı. Amacım bunu
dengeye oturtmak olmalı artık.
Patron... Bir
zamanlar fazlasıyla duygulara sahip şirin bir köpektim hatırla. Kedi-Köpek
çizgi filminden uyarlamıştın beni. Sende bu hamur var. Lakin beni böyle yapan
senin ihtiyaçlarındı bunu da unutma. Beni zor zamanlarında sana akıl vermem
seninle konuşmam sana yoldaş olmam için yarattın. Ve bende sana yarenlik
ediyorum. Yaşadıkların, ihtiyaçların ve hedeflerin rasyonalite isteyen şeyler.
Sen şair değil, akademisyen ve iş adamı olmayı hedefleyen biri olarak bana
ihtiyacın var.
Sana her zaman
ihtiyacım var Dog, lakin mutluluğu küçümseme. Mutlu olduğumuz günleri hatırla.
Şuan bir yarışın içindeki atlardan farkımız yok. Kazanırsak şeker, kaybedersek
kırbaç var. Bu mudur istediğin? Beni bir at olarak mı görüyorsun? Kusura bakma
dostum ama benim gibi hazcı bir adam için bu hastane yemeği gibi. İzninle ben
biraz hint yemeği yemek istiyorum. Bu yolda duyguların ucunu kaçırmamak için
sana ihtiyacım var. Rasyonalite gittiğim yolda kılavuzum, Duygular ise hayatıma
renk katan insani yanım olacak. Bizler insanız. Bunun gereklerini yerine
getirmekten vazgeçmemiz bizi bizlikten çıkaracaktır. Medyanın, kapitalizmin
bahsettiği maddiyatçı mutluluk bir yana sevdiklerinize sarılın, sevdiğiniz
şeylere sarılın. Hayat kısa. Oturmak için çok daha kısa. Bir şeyler inşa etmeli
belirli amaçlar uğruna koşmalıyız. Koşarken elbet düşeceğiz, tökezleyeceğiz ama
bizi kaldıracak kişiler olmadıkça nasıl yolumuza devam edebiliriz. Bize dayanak
olacak, bizi destekleyecek insanlara ihtiyacımız var.
Sen iyi bir
adamsın patron. Zamanında yanlış insanlara iyilik yapmış kendini tüketmiş
birisin. Lakin unutma, insanlara değer verdikçe zayıf noktaların artacak.
Desteklediklerin sana rakip veya düşman olacak. Buna katlanabilecek misin?
Beni bilirsin
Dog, ben savaşmayı severim. Yarışmayı severim. Zorluklardan beslenir inadıma
inat katar yoluma bakarım. Elbet düşeceğim, tökezleyeceğim belki beni elimden
tutan olmayacak lakin ben tutmaya devam edeceğim. En azından deneyeceğim.
İçimde hala kırıntıları kalan insanlıktan tekrar faydalanmak istiyorum. Belki
bir gün buna lanet edeceğim fakat iyi tarafından bak buda bana bir deneyim
olacak. Hayatımın geri kalanının ilk günü bugün. Yeni şeyler öğrenmek için çok
vaktim var.
Nasıl istersen
patron.... Nasıl istersen...
James: Senden
aldıklarımdan yola çıkarak söylüyorum için rahat olacak ama hep kanla dolacak.
Yine de onurlu bir hayat için bence değer. İnsanlığımızı unutursak
kocakarıların anlattığı Uz'uktenilalar'dan ne farkımız kalır ki? Hayat oturmak
için çok kısa olsa da ot gibi yaşamak içinde çok uzun....
-BÖLÜM 1 SONU-
Yorumlar
Yorum Gönder