Dog'la Konuşmalar (Bölüm 1)



GİRİŞ 

Bu yazı dizisi benim iç monolog konuşmalarımı ve iç hesaplaşmalarımı içeren hikayevari bir dizi olacaktır. Hikaye boyunca gördüğünüz italik yazı tipi iç sesimi ve ikinci benliğimi oluşturan kısaltması Dog olan Dauglas kişiliğin sözlerini belli etmek için kullanılırken normal font benim sözlerimi ifade edecek. Dauglas karakteri kendimi bildiğim günden beri benimle olan ve yaşımla beraber şekil değiştiren bir karakterdir. Benliğimin ilk oluştuğu zamanlarda Dogger kısaca Dog isimli hayali bir köpek arkadaş iken yıllar geçtikçe bir insan olmuş ve adını kendi isteği ile Dauglas olarak değiştirmiştir. Ama hala kısaca Dog diye anılmaktadır. Bu karakterden ilk kez burada bahsetmekteyim. Dauglas şizofren bir bireyin gördüğü karakter olarak değil, hayatım boyunca benimle olmuş ve olmaya devam edeceğini umduğum hayali olduğunun bi' hayli farkında olduğum bir karakterdir. Kafamın içerisinde yer alan sayısız karakter arasında Dog; benim için en eski ve en uzun soluklu arkadaşlığa sahip olduğum bir karakterdir.
Dauglas veya Dog veya Dogger isimleri ise benim gibi 90'larda çocukluğunu yaşamış ve yerli çizgi film, çocuk filmi bulamadığı için Amerikan temelli dizi ve film izleye izleye o kültürü ister istemez özümsemiş, pek çok çocukta olduğu gibi yabancı karakterler, Amerikan kültürü esintileri taşıyan bir yapıdan gelmektedir. Bu yüzden lütfen beni değil bu konuda yetersiz kalan medyamızı eleştiriniz. Günümüzde hala daha çizgi dizi, drama ve sinema filmlerinde bu esinlenmelerden doğan piç kültür unsurlarının toplumumuza işlediğini rahatlıkla gözlemlemekteyiz. Sakın beni buna karşı doğucu bir kişilik olarak görmeyin, ben bu kültür esintilerinden kaynaklı olsa gerek fazla batıcı bir adamımdır. Ayrıca argo kelimeler ve küfürlerle baharatlandırılmış bir lügatım vardır. O yüzden şimdiden okuyucularımdan özür diliyorum. Özellikle bu yanımı görmemiş kişiler için söylüyorum kafamın içinde bol bol bu baharattan bulunduğu gibi samimi olduğum insanlarla konuşurken bu baharattan bolca tatmaktalar. Genel olarak bu iç hesaplaşma yazılarımı anlattığıma göre sanırım birinci bolüme geçebiliriz.

.
BÖLÜM 1


(Siyah fon ve duvarların gözükmediği, siyah iki tane yumuşak deri koltuğun karşılıklı konulduğu bir alanda ortada tek bir sehpa bulunmakta. Dauglas karşıma oturmuş beni dinliyor. Kafamdaki onca karakteri -ki ben bunları tilki diye adlandırmayı tercih ediyorum bu tilkiler her zaman bir karakter olmayıp bir fikir veya olay fikri olabiliyor- hizada tutmaya çalışmaktan yorulmuş baygın bakışlarla bana bakıyor. Üzerindeki beyaz gömleği kırışmış. Altında siyah bir pantolon ve kahverengi deri bir kemer var. Dauglas'ın görünüşünü size bırakıyorum lakin hayatım boyunca kafamdaki onca tilkiyle uğraşmaktan yorulmuş ve hafif kırışmış bir yüze sahip olduğunu kısa saçları ve hafif kirli bir sakalı olduğunu düşünebilirsiniz. Kafamın içinde Dauglas bir düşünce müdürü gibidir.)

Hayatı sorguladığım ciddi bir döneme daha giriyorum. Sanırım sana fazladan bir kaç mesai daha gelecek.

Bu kaç etti? Üç mü? Geçen sefer böyle dediğinde kısa sürmüştü. Tanrıyı kafandan atman, hafif geçen bir ayı alabiliyorsa daha ötesi ne olabilir ki?

Bir düşünceyi kafandan atman kolayda yerine gelenin tüm boşlukları doldurması o kadar kolay olmuyor. Geçen gün Kocaeli de sahilde arkadaşla sohbet ederken yaptığım tanımlamayı hatırlıyorsun değil mi?

Fringe te ki kurgusal karakter olan Observerlarin geleceğe dair görüş yeteneğinden ve bu görüşleri kazanırken kaybettikleri duygulardan bahsetmiştin değil mi?

Evet. Observerlar ileri insanlardı gelecekten karakterlerdi. -Bu satırları okuyan insanların Fringe'i izlemeye niyeti varsa ciddi spoiler yeme ihtimalleri var o yüzden çok geç olmadan okumaktan vazgeçin çünkü yeterince yemiş olabilirsiniz.- Bu karakterler zamanda ve mekanda rahatça hareket edebiliyor, insanların düşüncelerini okuyabiliyor ve olayları  daha gerçekleşmeden öngörebiliyorlardı. Bunu enselerine yerleştirilen minik aletlerle yapıyorlardı. Hatta Dr. Bishop in oğlu da bi' ara bu aleti kullanıyordu. Lakin bu insanlar zamanın bir noktasında yer alan bir bilim adamının duyguların insanlar için bir handikap olduğunu düşünmesi ile duygusuzlaştırılmışlardı. Tamamen rasyonel düşünen müthiş zekaya sahip mekanik ustun bir ırk.

Lakin bu Observerlar duygusuzlaştığı için insanlıktan uzaklaşmışlardı. Sadece yakın tarihimizi gözlemlemek için gelen 12 Observer burada kala kala duyguları yeniden hissetmeye başlamış buradan da insanlığın özünün duygulardan geldiği mesajı verilmişti. Amacımız insanlara Observerlar hakkında spoiler vermek mi? Başka bir niyetin varsa çıkar ağzındaki baklayı.

Hayır değil ama dediklerimi yanlış anlamaman için somut örneklerle açıklamaya çalışıyorum lütfen izin ver. Şimdilik Observerları bir kenara koyalım. Observerlar artık cepte. Herkes Sherlock Holmes'ü az buçuk bilir. Ben kendisini çok severim. İnsanların üzerindeki kıyafetten, bir bakışına kadar, parfümünden, üzerlerindeki lekeye kadar her detaya dikkat edip bunlardan kişilik analizi yapması ile meşhur dedektif. Bu yeteneği ve zekasıyla Londra polisine yardım eder ve sayısız gizemi çözer. Sherlock'un bir sözü vardı. Bir kaç sene önce Sherlock dizisinde duymuştum "Duygu denen şey, kaybeden tarafta bulunan kimyasal bir kusurdur. Her zaman aşkın, tehlikeli bir dezavantaj olduğunu varsaymışımdır." Bu söz yıllarca hayatımın merkezinde yer aldı. Belki atlattığım ailevi sorunlarında bu sözü benimsememde ciddi katkıları vardır. Kesin bir şey söyleyemem. Ama kabaca bakarsak tamda ailevi krizlerimizin ortasında süreci sorgularken bu sözü işitmem yemeğe adeta tuz biber olmuş ve kendimi daha fazla rasyonaliteye itmeme neden olmuş gibi gözüküyor. Annemin hayatın getirdiklerine karşı takındığı rasyonel tavır ve küçüklüğümde tanrıyı ve inancı ilk sorgulamaya başladığımda bana verdiği öğütle de birleşince duygular gözümde gerçekten de bir dezavantaj, kimyasal bir kusur olarak kaldı. Hatta öyle ki ailevi bağlarımızı ve onlara karşı duyduğumuz sevgiyi bile DNA'mıza kodlanmış sosyal bir hayvan davranışı olarak görür olmuştum. Aslında bir nevi doğru bir tespit bence ama yine de bu kadar rasyonel olmak beraberinde pek çok sıkıntıyı getiriyor.

Annenin verdiği öğüt neydi? Ayrıca rasyonalite ne gibi sorunlara neden olabilir ki? Sonuç olarak sayısal ve mantıksal formüller üzerine kurulu bir evren üzerinde yaşıyoruz. İster tanrı yaratısı de ister tesadüfler dizisi de sonuç olarak mantıksal neden sonuç ilişkisi üzerine kurulmuş, her geçen gün evrenin ve işleyişinin bilim ile mantık ile açıklanabildiği bir gerçeklikte yaşıyoruz. Hayat ve gerçeklik duygusal değil mantıksal bir yapı.

Haklısın. Gerçekler; duygularla değil rasyonelite ile açıklanabilen bir olgu. Lakin Observerlara geri dönelim. Onları cebe koymamızın sebebi de buydu. Observerlar duygulardan arınmış süper varlıklar. Deli manyak şeyler amına koyim. Lakin bu duygusuz ve tamamen mantığa saplanışları onları çok mekanikleştirmiş. Bunun getirisi olarak ot gibi yaşamak deyiminin vücut bulmuş hali gibiler ve insanlar tarafından bu duygu açığı sayesinde mağlup oluyorlar. Tarihi gözleyen 12 Observer da ay isimleri ile adlandırılmış örneğin, Augustus, September gibi isimlere sahipler, bunlardan September ise bizim ana Observerımız yani Observerlar arasında hikayede en etkin olan ana karakter gibi bir şey. September uzun yıllar insanlarla yaşamanın getirisi olarak bazı duyguları hissetmeye başlıyor ve üzerinde bulunan teknoloji ve bilgiyi de kullanarak diğer Observerların mağlup edilmesinde korkunç bir rol oynuyor. Burada açık açık duyguların insanlığın bir parçası olduğu mesajı veriliyor.

Yahu bu tarz mesajlar her film ve dizide var sen bunların okulunu okurken tutupta bir dizinin verdiği mesaj ile başarının kaynağını mı yok edeceksin? Sorarım sana eğer duygularını o kapalı kapılar ardına sıkıştırmasan bugün geldiğin yerlere gelebilir miydin? İnsanlığın özü diyorsun eyvallahta bi tarihe bak başarıyı elde eden tüm karakterler kendi duygularını bir kenara bırakıp mantıksal olarak hayata yaklaşmayı seçmiş insanlar. Bu kadar adamın ancak bu yolla başardığı şeyi reddedip herkesin sırf duygularını bırakamadığı için başarısız olduğu dünyaya mı sürüklenmek istiyorsun?

Hayır. Lakin bir dengeye oturtulması halinde başarı daha tatlı olacaktır. Doğu mistisizminin bir parçası olan grular. Budistler, Hindular vs. hepsi sevgiden bahsediyor. Öyle ki İslam felsefecileri bir sevginin hayatın önemini ortaya çıkarttığını söylüyorlar. Eğer ben doğayı bu kadar sevip ona hayran olmasam, insanlığı bu kadar sevip onları izleyerek vakit geçirmesem, bu kadar gözlem ve bilgiye nasıl sahip olabilirdim veyahut hayattan nasıl keyif alabilirdim? Keyif almayacaksam yaşamanın mantığı ne? Dog sorarım sana makine gibi yaşayacaksam organizma olmanın mânası nedir?
İnterneti icat eden adam; Vinton Cerf, doğuştan sağır olan eşi Sigrid'in dış dünya ile iletişimini sağlamak için ortaya bir fikir attı ve bu fikir daha sonra interneti var etti. Mantıksal bir gelişimin altında yatan duygusal bir sebep! Bu şuan sana verebileceğim en büyük örnek ama emin ol birazcık arasam daha fazlasını bulabilirim.

Ne yani onca adam dışında bir kişi karısı iletişim kursun diye düşünüyor ve interneti icat ediyor diye duygusallık gelişmenin ve ilerlemenin kaynağı mı oluyor?

Tabii ki hayır. Önemli olan noktayı atlıyorsun Dog. Önemli olan nokta mutluluk...

Mutluluk bizlere 21.yy da çeşitli marka ve kuruluşlar tarafından satılan bir hizmet sadece! Adamlar mutluluk hapı diye ilaç yapıyorlar yahu. Kast ettiğim ilaçta uyuşturucu değil bildiğin reçeteli ilaç.

İyi güzel konuşuyorsun da burada senin bahsettiğin maddeci bir mutluluk benim bahsettiğim biraz daha manevi. Çeşitli marka ve kuruluşlar tarafından satıldığını söylediğin mutluluk hizmeti bir kadının "Moralim çok bozuk hadi alışverişe çıkalım!" mutluluğu. Kast ettiğim bu değil. Bu geçici bir mutluluk hele ki ay sonu hesap ekstresi bir gelsin o zaman görürüm ben o mutluluğu. Benim kast ettiğim mutluluk sevdiğin kadın yada adamla beraber geçirdiğin zamanın verdiği huzur ve mutluluk. Ailen ile beraber yaptığın keyifli bir etkinliğin verdiği hazdan gelen mutluluk veyahut arkadaşlarınla beraber bir sigara molasında attığın kahkahadan gelen mutluluk. Bunları satın alamazsın Dog. Bunları yaşarsın.

Sevdiğin kadın/adam dediğin şey aşk. Aşk ise insanların, aşk üzerine ballandıra ballandıra yazdıkları genç kız romanlarından; çektikleri gençlik dizilerinden öğrendikleri bir yapı. Aşk öğrenilen bir duygudur. Kim demişti? İnsanlar aşk hakkında okumasalardı aşık olamazlardı diye, hatırlayamadım. Ama olay bundan ibaret patron. Aşık olmuyoruz aşık olduğumuza inanıyor bunun bir ihtiyaç olduğunu düşünerek aşık olamadığımız zamanlarda kendimizde sorun arıyoruz. Hatta aşık olamayınca playboyluk yapıp ben tek eşli değilim cool takılıyorum her gün başka tat ayağı yapıyoruz çünkü bize sunulan ikinci seçenek hep zamparalık. İnsanlar aşk olmadan nefes alamayacağını söylüyor. Onlara nefes almanın daha önemli olduğunu söylemek gerek.

Dog bu kadar rasyonalite bizi mekanik hale getiriyor. Zevk, huzur, mutluluk bunun neresinde. Evet aşk olmadan da yaşanabiliyor. Bunun canlı örneği olarak karşındayım. Lakin insan sosyal bir canlıdır. Bu yapımız gereği etrafımızda farklı fikirler ve paylaşım yapabileceğimiz kişiler arıyoruz. Bu paylaşım her zaman dostane olmuyor ötesine geçebileceğimiz birilerine ihtiyaç duyuyoruz.

Git seviş amına koyim! Bu kadar kafana takma bu şeyleri patron. Yoksa sonunda yeni aşk şairlerinden biri çıkacak... Yeterince yokmuş gibi...

Olayı fazla abartıyorsun Dog. Duyguların kötü yanı yoktur dengeyi tutturduğun sürece. İnsanlarla empati kurabilmek onları daha iyi anlamana ve haklarında karar verirken daha doğru sonuçlara ulaşmanı da sağlar. Ayrıca sana verdiği amaçlar daha tatminkâr olacaktır. Bu açıdan bakarsan seni hedefine götürürken kamçılayan bir güç olarakta düşünebilirsin bunu.

Duygular seni karmaşaya da götürebilir. Empati kurduğunda acımasızca hareket edemez, insanlara acımaktan, acınacak hale gelebilirsin.

(Dog sözlerini tamamladığı anda ayak sesleri duyuldu. Her adımda inceden bir şıngırtı duyuluyordu. Yanımıza gelen üzerinde çalıştığım kitapta yer alan James Icewood'tan başkası değildi. Blogumu takip edenler Kitaptan Önokuma-James Icewood yazısını bilirler. Orada yer alan bir karakter. Kendisi benim karakterimin onurlu ve sadık kısmını temsil eder. Bu konuda biraz uç noktada yer alır.)

James? Burada ne arıyorsun?

James: Konu insan ilişkileri ve duygular olunca burada olmam gerektiğini düşündüm.

İyi yaptın. Konuya vakıf olduğunu var sayıyorum. Sen neler düşünüyorsun?

James: Beni sen yarattın. Onur kuralları ve sadakate olan düşkünlüğüm sende yer almasa bende de var olamazdı. Ayrıca sen ölmesine hüküm verene kadar sevdiğim ve beraber mutlu olduğum bir ailem vardı. Eğer sen sevemesen ben nasıl bu denli sevebilirdim ki? Veyahut sen hissetmesen ben nasıl bu kadar acı çekebilirdim. Ruhun fazlasıyla karmaşık. Bunun en büyük delili de kafanın içerisinde yer alan bu kadar farklı karakter.

Yaratma gücüne sahip olan yok etmeyi de sever. Verme yetisi olan verdiklerini almaktan da geri durmaz. Bunun için beni suçlayamazsın. Aslında suçlayabilirsin. Sonuç olarak seni de eşini de hayatını da ben yarattım. Ne zaman doğacağını, ne zaman öleceğini ben belirledim. Sana mutluluğu da acıyı da ben verdim. Sen bunu sana verenle aynı masaya oturma şansına erişen nadide kişilerdensin belki de teksin.

James: Bunu bilmeye benimde seninde bilgin yetmez. Lakin konuya dönecek olursak. Evet, duygular hadlerini aştıklarında zararlı olabiliyor, yanlış kararlar almana neden olabiliyor. Mesela ben kralıma sırtımı dönüp gitmeseydim belki de şuan köyüm hala var olabilecekti. Belki de kuzeylileri dönmemek üzere geri yollayabilirdim. Bunu, Znedghar'ı var eden sen bile bilemezsin. Lakin dengede tutuldukları takdirde zararı olmayan hatta belki de kararlarının daha doğru olmasına sebep olabilirler. Bunu bir düşün.

Daha doğru kararlar mı? Sen değil miydin köylülerle kurduğun birliklerinle ormanda savaşırken Farlock'un yolladığı ulak ile saraya gittiğinde, mantığını dinleyerek yeniden Savaş Bakanı olan? Eğer duygularını dinleseydin Farlock'a ve krallığa sırtını döner yeniden ormana çekilirdin. Kaldı ki daha önce duygularını dinlediğin için kaybetmedin mi onca şeyi? Yapma James, duyguların kime hayrı dokundu bu güne kadar?

James: Bana! Eğer Farlock duygularını değil de aklını dinlemiş olsaydı beni çoktan krala teslim eder yerini daha da garantiye alırdı!

Hayır. Farlock aklını dinlediği için seni korudu. Bir gün işine yarayabilirdin ki yarıyorsun da! Duygular bunu görmene engel James. Adam seni sevdiğinden değil işine yarayabileceğinden korudu. Daha kazançlı olan yolu seçti. Duygular seni kör ediyor. Gör artık bunları!

YETER! Kafamın içi yine kolezyuma döndü anasını satayım. Dog! Kim tutabilir eve geldiğinde sevdiğin kadına sarılmanın yerini? Kim tutabilir zora girdiğinde ellerini sevdiğin kadın gibi? Ben sana duyguların adamı ol demiyorum lakin bu kadar akılcılık akıl karı değil. Bizler dünyanın kaderini belirlemiyoruz burada. Her zaman karlı olana yönelseydik burada nasıl olurduk? Dostlarımızı nasıl kollardık nasıl kollanırdık? Her zaman karlı olmuyor bu tarz ilişkiler. Doğru, insan temelde çıkarcıdır lakin her zaman çıkarları maddi olmuyor manevi çıkarlarda var. Bu manevi çıkarlara biz duygu diyoruz. Bunu bir düşün! Herkes sevdiği tarafından sevilmek ister bu da bir çıkar değil mi düz mantıkta? Kim platonik olmak için can atar? Evet her şey sayısal tabanda kar amaçlıdır. Ama amaç her zaman sayısal çıkar değildir. Hiç böyle düşünmüş müydün? Sanmıyorum. Son yıllarda senin metodunu takip ettim. Seni dinledim ve bunun artılarını görmedim diyemem lakin yeterince mutlu olamadım. Ben demiyorum ki siktir et tüm işi gücü parayı her şey aşk için, insanlık için sikerler böyle felsefeyi. Bu ancak fakirler ayaklanmasın diye zenginler tarafından uydurulan peri masalıdır. Aşk için paradan vazgeçti. Hadi lan oradan. Vazgeçenler de en son kuyruğunu kıstırıp geri dönüyor paraya. Lakin bu paranın tek amacı güç ise, güç ne için var? Organizmasal olarak baktığında her şey türün devamlılığı için ama bizler insanlık dediğimiz yapıyı kazandığımızda bu türün tek amacı üremek olmaktan çıktı. Kaldı ki tek insanlar değil diğer hayvanlarda seviyor, bağlanıyor. Bizde ki daha karmaşık oda algısal ve zekasal yapımızdan kaynaklı. Bunu neden reddedeyim? Onur, ahlak, sevgi... Bunlar insanlığın bir parçası değil mi? Dünyayı, insanları sevmeden nasıl yaşanır? Bunlar eksik olunca insanlar depresyona giriyor ağır travmalar yaşıyor hatta canlarına kıyıyor. Hayır Dog, ben yenilmeyeceğim. Evet rasyonalite hayatta başarılı olmak için şart. Bunu bana öğrettin lakin bu rasyonalitenin getirdiği başarının tadını alabilmek bunu paylaşabilmek için sevmek ve sevilmekte lazım. Biz bu yola beraber baş koyduğumuzda ne demiştik, bir gün bir dostumuz bizden yardım istediğinde, çaresiz kaldığında ona çare olabilecektik. Peki çıkar bunun neresinde? Söylesene neresinde! Hayat sadece kazanmak değildir. Sadece başarmak değildir. Evet öncelikler arasında en başta yer alabilir lakin tek amaç olamaz. En azından benim için. James, haklısın bende bu hamurdan olmasa sen var olamazdın. Ve bende Dog'un bahsettikleri olmasa da Dog'da var olamazdı. Amacım bunu dengeye oturtmak olmalı artık.

Patron... Bir zamanlar fazlasıyla duygulara sahip şirin bir köpektim hatırla. Kedi-Köpek çizgi filminden uyarlamıştın beni. Sende bu hamur var. Lakin beni böyle yapan senin ihtiyaçlarındı bunu da unutma. Beni zor zamanlarında sana akıl vermem seninle konuşmam sana yoldaş olmam için yarattın. Ve bende sana yarenlik ediyorum. Yaşadıkların, ihtiyaçların ve hedeflerin rasyonalite isteyen şeyler. Sen şair değil, akademisyen ve iş adamı olmayı hedefleyen biri olarak bana ihtiyacın var.

Sana her zaman ihtiyacım var Dog, lakin mutluluğu küçümseme. Mutlu olduğumuz günleri hatırla. Şuan bir yarışın içindeki atlardan farkımız yok. Kazanırsak şeker, kaybedersek kırbaç var. Bu mudur istediğin? Beni bir at olarak mı görüyorsun? Kusura bakma dostum ama benim gibi hazcı bir adam için bu hastane yemeği gibi. İzninle ben biraz hint yemeği yemek istiyorum. Bu yolda duyguların ucunu kaçırmamak için sana ihtiyacım var. Rasyonalite gittiğim yolda kılavuzum, Duygular ise hayatıma renk katan insani yanım olacak. Bizler insanız. Bunun gereklerini yerine getirmekten vazgeçmemiz bizi bizlikten çıkaracaktır. Medyanın, kapitalizmin bahsettiği maddiyatçı mutluluk bir yana sevdiklerinize sarılın, sevdiğiniz şeylere sarılın. Hayat kısa. Oturmak için çok daha kısa. Bir şeyler inşa etmeli belirli amaçlar uğruna koşmalıyız. Koşarken elbet düşeceğiz, tökezleyeceğiz ama bizi kaldıracak kişiler olmadıkça nasıl yolumuza devam edebiliriz. Bize dayanak olacak, bizi destekleyecek insanlara ihtiyacımız var.

Sen iyi bir adamsın patron. Zamanında yanlış insanlara iyilik yapmış kendini tüketmiş birisin. Lakin unutma, insanlara değer verdikçe zayıf noktaların artacak. Desteklediklerin sana rakip veya düşman olacak. Buna katlanabilecek misin?

Beni bilirsin Dog, ben savaşmayı severim. Yarışmayı severim. Zorluklardan beslenir inadıma inat katar yoluma bakarım. Elbet düşeceğim, tökezleyeceğim belki beni elimden tutan olmayacak lakin  ben tutmaya devam edeceğim. En azından deneyeceğim. İçimde hala kırıntıları kalan insanlıktan tekrar faydalanmak istiyorum. Belki bir gün buna lanet edeceğim fakat iyi tarafından bak buda bana bir deneyim olacak. Hayatımın geri kalanının ilk günü bugün. Yeni şeyler öğrenmek için çok vaktim var.

Nasıl istersen patron.... Nasıl istersen...

James: Senden aldıklarımdan yola çıkarak söylüyorum için rahat olacak ama hep kanla dolacak. Yine de onurlu bir hayat için bence değer. İnsanlığımızı unutursak kocakarıların anlattığı Uz'uktenilalar'dan ne farkımız kalır ki? Hayat oturmak için çok kısa olsa da ot gibi yaşamak içinde çok uzun....

-BÖLÜM 1 SONU-







Yorumlar

Popüler Yayınlar